246 kilometreyi 36 saatin altında koşmak. Evet evet yazım
hatası, rakam fazlası yok. Tam 246 kilometre, zaman sınırınız ise 36 saat. Spartathlon’dan
bahsediyorum, yani M.Ö. 490
yılında, o zamanın en iyi koşucusu Pheidippides’in, Pers ordusunun saldırısına
karşı Spartalılardan yardım istemek için gerçekleştirdiği koşuyu temsil ediyor.
Kayıtlara göre bu koşucu 36 saatte bunu başarmış. İşte 1983 yılından beri bu
süre kriterine göre düzenlenen Spartathlon’a tam 3 kez katılıp bitiren bir
koşucumuzla söyleştik sizin için. Karşınızda birçok koşucunun örnek aldığı başarılı
ultramaratoncu, son derece mütevazı, aynı zamanda samimi insan Aykut Çelikbaş.
Alpay Sönmez
1-Öncelikle sizi
tanıyabilir miyiz? Aykut Çelikbaş kimdir? Nerde doğmuş, neler yapmış, sporculuk
hayatı, iş hayatı, özel hayatı, biraz bize Aykut’u tanıtır mısınız?
Merhaba, öncelikle teşekkür ederim. 1976 Ankara doğumluyum.
Çocukluktan itibaren çeşitli spor dallarıyla uğraştım ama bunların arasından basketbol
benim için en büyük bir tutkuydu. Üniversite yıllarına kadar hem okul
takımlarında hem de amatör kulüplerde basketbol oynadım. Bunun dışında hemen
her spor dalında iyi bir izleyiciydim. Eskişehir Anadolu Lisesi’nden sonra
Makine Mühendisliği okudum ama bunun yapmak istediğim bir meslek olmadığına
karar verdikten sonra önüme çıkan bir fırsatı değerlendirerek Amerika’da Eastern
Michigan Üniversitesi’nde Technology Management bölümünü tamamladım.
O dönemde 10 yıl boyunca spordan uzak kalmıştım. İşim gereği
bütün gün bilgisayar başında hareketsiz kalan biri olduğum için çok kilo almış
ve Türkiye’ye döndükten sonra üç haneli rakamlara yaklaşmaya başlamıştım. Biraz
kilo vermek için 2009’da koşmaya başladığımda durmadan 500 metre bile koşamıyordum.
Okuyup araştırarak ve hem fiziksel hem de zihinsel yönden kendimi sürekli
geliştirmeye çalışarak önce maraton sonra ultramaraton koşmaya başladım. Son 7
yılda aralarında dünyanın birçok tanınmış ultramaratonun da olduğu çok sayıda
ultramaraton koştum. 2013’ten bu yana Salomon Türkiye ve Suunto Türkiye
sporcusuyum. Koşu dışında iyi bir sinema ve spor izleyicisiyim ve çeşitli
konulardaki kitaplar ve belgeseller ilgi alanım içinde.
fotoğraf: Galip Akkaya
2-Koşmanın anlamını
koşanlar az çok biliyor, hiç koşmamışlar için bize koşmak ne demek, sizin için
ne ifade ediyor, ne hissediyorsunuz koşarken, anlatır mısınız?
Evet, herhalde koşan bir kişiye sorulabilecek en zor
sorulardan biri bu. Aslında koşmanın ifade ettiği şeyler benim için sürekli
değişti. Basketbol oynadığım dönemde antrenmanlarda yapılan topsuz düz
koşulardan nefret ederdim. Daha sonra kilo vermek için başladığım bir aktivite haline
geldi. Daha sonra önüme küçüklü büyüklü hedefler koyup, bu hedefler
doğrultusunda kendimi geliştirmenin güzelliğini gördüm.
Sonra koşunun adil bir spor olduğunu gördüm. Kendinizi
geliştirmek istiyorsanız kestirmelere ve kısa süreli planlara yer yok ama
bilinçli şekilde ilerlerseniz mutlaka gelişme gösteriyorsunuz. Kısacası ne
koyarsanız onu alıyorsunuz. Bunu yapmak süreklilik, disiplin, planlama ve
kararlılık gerektiriyor. Bunlar da sadece koşuda değil, hayatın her alanında size
yardımcı olacak önemli özellikler. Bugün ise koşmak, uyumak ve yemek yemek gibi
hayatımın bir parçası. Koştuktan sonra vücudunuzda bir yorgunluk
hissedebilirsiniz ama zihniniz dinlenmiş ve yenilenmiş oluyor. Arkadaşlarla koşuyorsam
güzel bir sohbet anlamına geliyor. Eğer yalnız koşuyorsam, zihnimin açılması ile
kafamdaki sorulara farklı perspektiflerden bakarak cevap bulabiliyorum.
3- Koşu yeni yeni
bizim ülkemizde hayatımıza dahil oluyor. Ancak hala niye koşuyorsun, kaçıncı
oldun, insan koşmak için yaratılmamış, kendini sakatlayacaksın, yaşlanınca
dizlerin tutmayacak gibi yaklaşımlara maruz kalıyoruz. Bu yaklaşıma doktorlar
da dahil. Koşmak ve insan fizyolojisi üzerine ne dersiniz? Koşmak doğamıza
aykırı mı?
Aslında insanlık tarihine bakarsak, koşmak değil bütün gün
bilgisayar veya televizyon başında oturmak insan fizyolojisine aykırı.
Özetlemek gerekirse, birçok yırtıcı hayvanın aksine, insanın ulaşabildiği
maksimum koşu hızı çok düşük. Avlanmak için pençeleri yok, ayrıca ağız ve diş
yapısı parçalamaya müsait değil. Ama düşük hızda çok uzun mesafeler koşabilmek
için hiçbir memelide olmayan çok önemli özellikleri var. İki ayak üzerinde
koşabilmesi, sadece avuç içlerinde ter bezi bulunan çoğu memelinin aksine ter
bezlerinin tüm vücuda yayılmış olması ve çok daha az tüylü olması bunların
başında geliyor.
Diğer memeli hayvanlar kısa sürelerde yüksek hızda koşabiliyorlar
ama vücutları çok ısındığı için bunu devam ettiremiyorlar. İnsan ise terleyerek
vücudu soğutabilme yeteneği ile çok uzun süreler koşabiliyor. Ateşli
silahların, hatta ok ve yayın keşfedilmesinden önce çok uzun bir dönemde
insanoğlunun kendinden çok daha büyük ve güçlü hayvanları yorma yöntemi ile
avlayarak hayatta kalmasının sebebi de bu özelliklerinde yatıyor. Bu konuda
detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler için Daniel Lieberman’ın The Story of the
Human Body kitabı son derece iyi bir kaynak.
Dolayısı ile koşmak insan vücudu için en doğal eylemlerden
biri. Bütün gün hareketsiz kalmak ise teknolojik gelişmelerin sonunda ortaya
çıkan çok yeni bir süreç. Bugün Londra, Berlin, New York gibi büyük maratonlara
baktığınızda, çoğu sporcu olmayan yüzbinlerce kişi başvuruyor ama katılım
limiti olduğu için aralarından sadece 40-50 bin kişi koşma hakkı kazanıyor.
Dolayısı ile gelişmiş ülkelerde bu konuda artık pek bir tartışma kalmadı. Öte
yandan her spor dalında olduğu gibi koşuda da belli riskler var. Dolayısı ile
periyodik tetkikler sonucunda bilinçli ve kademeli şekilde yapılması şart.
Fakat unutulan şey şu ki, spor yapmadığınız zaman fazla kiloya, düzensiz
beslenmeye ve hareketsizliğe bağlı olarak çok sayıda hastalığa yakalanma
şansınız daha fazla. Koşmanın insan psikolojisine sağladığı faydalardan
bahsetmiyorum bile.
fotoğraf: Başak Gürbüz Derman
3-Ultramaraton nedir
diyelim önce. Bize ultramaraton nedir anlatır mısınız? Türkiye’de düzenlenen
ultramaratonlar hakkında kısa kısa bilgiler verir misiniz? Eksiklikleri,
artıları, avantajları vs?
Ultramaraton tanım olarak maraton mesafesi olan 42.195 metreden uzun
olan tüm koşulara verilen bir isim. Genelde mesafe ve süre bazlı olarak ikiye
ayrılırlar. Mesafe bazlı olanlarda 50 km, 50 mil (80 km) 100 km ve 100 mil (160
km) gibi mesafeler ile daha çok karşılaşırız ama birçok yarışta böyle standart
bir mesafe bulunmaz. Yarışın yapıldığı arazinin şartlarına göre mesafe değişir.
Bu yarışlarda amaç önceden belirlenmiş zaman limiti içinde bu mesafeyi
tamamlamaktır.
Süre bazlı olanlar ise genelde kısa bir parkurda tur atılarak
yapılır. Örneğin, bir kilometre uzunluğundaki bir parkurda 12 saat boyunca
koşabildiğiniz kadar çok koşmaya çalışırsınız. Alışık olduğumuz yol koşularının
aksine ultramaratonlar dağlar, ormanlar ve çöller gibi her türlü hava ve zemin
şartlarında düzenlenebilir. Ağırlıklı olarak tek seferde olsa da bazı yarışlar
birden fazla günde de koşulabilir. Yine kısa yol koşularında görmediğimiz
şekilde birçok ultramaratonda yağmurluk, ilk yardım malzemesi vs. gibi
yanınızda taşımanız gereken zorunlu malzemeler bulunur çünkü arazide bir sorun
yaşarsanız en azından belli bir süre kendi kendinize yeterli olmanız gerekir.
5-Spartathlon’a
gelelim, ben amatör bir koşucu olarak bu koşuya dair bilgilerim mevcut, ama
adını ilk kez duyanlar için bize spartathlon nedir anlatır mısınız? Diğer
ultramaratonlardan farkı nedir? Daha uzun mesafeli yarışlar var dünyada, neden
Spartathlon çok daha büyük anlam ifade ediyor koşucular için?
Evet dünyada çok farklı ultramaratonlar var. Spartathlon
ultramaraton dünyasında birkaç açıdan önemli bir yere sahip. Öncelikle tarihte
kayıt altına alınmış ilk ultramaraton koşusunu simgeliyor. Herodot’tan günümüze
ulaşan belgere dayanan yarış M.Ö. 490 yılında, o zamanın en iyi koşucusu
Pheidippides’in, Pers ordusunun saldırısına karşı Spartalılardan yardım istemek
için gerçekleştirdiği koşuyu temsil ediyor. Bu kayıtlara göre Pheidippides,
Atina’dan başlayıp 246 km’lik mesafeyi 36 saat içinde koşarak Sparta Kralı Leonidas’tan
yardım istiyor. 1982 yılında İngiliz ultramaratoncular bir insanın bu mesafeyi
bu süre içinde gerçekten koşup koşamayacağını anlamak için konunun uzmanı
tarihçilere danışarak en uygun rotayı çıkarıyorlar ve 1983’ten itibaren her
sene Spartathlon düzenlenmeye başlıyor.
Yarışa katılmak için önce başka yarışları belli sürelerin altında bitirerek
belirlenen kriterleri karşılamanız gerekiyor. Dolayısıyla yarış her sene Eylül
ayının son haftasında dünyanın en iyi yol ultramaratoncularını kendisine
çekiyor. 34 yıllık tarihinde bitirme ortalaması ise %40 civarında. Dünyadan 400
koşucunun davet edildiği yarışın zorluk derecesini arttıran faktörlerden
bazıları ise 29-30 derece ortalama sıcaklık, 160 km koştuktan sonra aşılması
gereken bir dağ ve her birinin ayrı zaman limiti olan 75 kontrol noktası
bulunması.
Tüm bunların yanında Spartathlon, olimpik idealleri temel alan bir
yarış. 50’den fazla ülkeden koşucular bir hafta boyunca yan yana 5-6 otelde
kalıyorlar. Dolayısı ile bir nevi Olimpiyat köyü havası yaratılıyor. Her ülke
yarış için özel formalar, logolar hazırlıyor ancak rekabetten ziyade bu büyük
meydan okumaya karşı tüm ülkeler arasında büyük bir dayanışma ve yardımlaşma
ortamı oluşuyor. Atina’dan başlayıp 36 saat içinde 246 km uzaklıktaki Sparta
şehrine ulaşan ve yarışın bitişini simgeleyen Leonidas heykeline dokunmayı
başaran her koşucu mitolojik bir kahraman gibi karşılanıyor.
6-Siz bu maratonu
tamamlayan, bu topraklardan çıkmış ilk, ve hala, tek koşucusunuz. Bu koşuya
katılma fikrinin nasıl oluştuğunu, nasıl hazırlandığınızı anlatır mısınız? 3
kere katıldınız, neler hissettiniz koşarken, 3 yarıştaki 3 Aykut’u kıyaslar
mısınız?
Spartathlon’u ilk olarak 2010 yılında duydum. O zamana kadar
üç kez maraton mesafesini koşmuştum ve Türkiye’de henüz ultramaraton yarışı yoktu.
Konu hakkında bulduğum tüm yabancı kitapları ve yazıları okuyordum. 100 mil
(160 km) yarışları dünyada oldukça popülerdi ve en uç yarışlar olarak
görülüyordu. O zamanlar 160 km koşmayı hayal bile etmekte zorlanırken 246 km’yi
tek seferde ve 36 saat içinde koşmanız gereken bir yarışın olduğunu öğrendim
ama bunun birkaç “deli” tarafından koşulan deneysel bir koşu olduğunu düşünüp
üzerinde durmadım. Açıkçası mesafe ve süre o kadar saçmaydı ki, mutlaka işin
içinde başka bir şey vardır diye düşündüm ve önemsemedim.
2011’in Ekim ayında İspanya’ya giderek 160 km’lik bir yarış
koştum. Yarışı bitirdikten sonra iki İngiliz koşucu ile yemek yiyorduk.
İçlerinden biri dünyanın en tanınmış ve zorlu ultramaratonlarını koşmuştu ve hayalinin
günün birinde Spartathlon’u bitirmek olduğunu söylemişti. Döndükten sonra bu
kez ciddi şekilde araştırmaya başladım ve bunun hem tarihi önemi hem de zorluk
derecesi ile ne kadar saygı duyulan bir yarış olduğunu anladım. O andan itibaren en büyük hayalim bir gün bu
yarışı koşmak ve bitirebilmekti.
2012 ve 2013’te Türkiye’de ve dünyada birçok ultramaraton koştuktan
sonra 2014 için yaptığım başvuru kabul edildi ve yarışın 32 yıllık tarihindeki
ilk Türk koşucu olarak start noktasında yer aldım. Yarış hakkında bulduğum her
şeyi okumuş ve fiziksel olarak iyi hazırlanmıştım. Bunun yaptığım en zor şey olacağını biliyordum
ama tahminlerimin de ötesine geçti. 33 saat 47 dakika sonra bitirdiğimdeki
mutluluk ise her şeye değmişti ama bir daha yapabileceğimi düşünmüyordum.
2015 geldiğinde kendimle yüzleşmem ve bunu bir daha yapıp
yapamayacağımı kendime kanıtlamam gerektiğini hissettim. Hani acemi bir tavla
oyuncusunun bir ustayı ilk oyunda yenip masadan kalkmasını düşünün. İşte bunun
olmasını istemedim ve bir daha yapabileceğimi kendime kanıtlamak istedim.
Sonuçta 2015’te özellikle son 50-60 km’de kendimi iyi hissettim ve 2.5 saat
daha hızlı koştum. 2016’da yarışı üçüncü kez üst üste bitirdikten sonra kafamda
soru işareti kalmadı. Hazırlığı ve kendisi ile gerçekten zor bir yarış ama
tarihi, koşarken hissetirdikleri ve tüm dünyadan gelen koşucuların ortak bir
hedef uğruna bütünleşmeleri ile benim için dünyanın en özel ve güzel yarışı.
7-Ultramaratonlara
dönersek, kimi koşucular “dünyada ultramaraton koşanlar, yani bu işin hakkını
verenler gerçekten koşuyor, ama bizim ülkemizde insanlar çıkıyor 60 km’lik
parkurun 40 km’sini yürüyor, sonra çıkıyor 60 km koştum, diyor” gibi bir algı
var. Buna katılıyor musunuz? Aşağı yukarı aynı mesafelerdeki bir ultramaraton
ile bir maratonu kıyaslarsak, nasıl bir sonuç çıkar ortaya? Bu kıyas doğru
mudur ayrıca?
Bu soru birkaç şekilde cevaplanabilir. Örneğin maraton
mesafesini ele alalım. Spor geçmişi olmayan ve 30 yaşından sonra koşmaya
başlayan biri için maratonu 4 saatin altında bitirebilmek iyi bir hedeftir. 3 saatin
altına inmek ise hiç kolay değildir. Dünyada maraton koşanların sadece %2’si 3
saat altında koşabilir ve bunun için çoğu zaman en azından birkaç yıl sürecek
oldukça ciddi bir hazırlık gerekir. Dünya rekorunun 2:02:57 olduğunu
düşünürsek, maratonu 3 saatte koşan birinin de “yürüdüğü” iddia edilebilir.
Bu perspektiften baktığınızda ultramaratonlarda da aynı
durum geçerli. Yüksek irtifadaki dağlarda koşulan 100 kilometrelik bir
ultramaratonu birinci 15 saatte bitirirken, sonuncu 30 saatte bitirebilir ama
bu durum yavaş olanın işinin kolay olduğu anlamına gelmez. Hatta uykusuzluk ve sindirim
gibi başka sorunlar ortaya çıkacağı için ultramaratonlarda süre uzadıkça işler
katlanarak zorlaşır.
Ayrıca ultramaratonlarda bazen öyle yokuşlar ve zeminler
olur ki, düz yolda koştuğunuz efordan çok daha fazlasını yürürken harcarsınız.
Buradaki yürüme eylemini düz yolda yürümekle karıştırmamak gerekir. Dünyanın en
hızlıları da dağlık yarışların bazı bölümlerinde yürürler. Sonuç olarak her
yarışın kendi şartlarına göre belirlenmiş bir zaman limiti vardır ve bu limit
içinde bitirmek esastır.
8-Ülkemizde yeni yeni
geliştiğini belirttik koşunun. Dünya örneklerine baktığında şehirlerin, özel
bölgelerin hep bir koşusu mevcut. Ya bir maraton, ya bir yarı maraton ya da
güzel bir ultramaratonu oluyor. Bizim ülkemizin coğrafyasını ve iklimini
düşündüğümüzde hem maraton hem de ultramaratonlar için çok güzel lokasyonlar
sunuyor. Yeterince gelişim gösteriyor muyuz yoksa yavaş mı ilerliyoruz?
Türkiye’de ultramaraton yarışlarının henüz 6-7 yıllık bir tarihi
var. Özellikle Amerika ve Batı Avrupa’da 1950’lerden sonra organize ultramaratonların
giderek arttığını düşünürsek bu konuda ne kadar geç kaldığımızı görebiliriz.
Ancak buna rağmen tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok hızlı bir büyüme gözleniyor.
Örneğin 2012’de bir elin parmağını geçmeyen sayıda yarış varken 2017’de düzenlenecek
ultramaraton sayısı 25 civarında.
Tabii bu noktada sayı kadar kalite de önemli. Ben kısa süre içinde
gelinen noktayı başarılı buluyorum çünkü temeller oldukça sağlam atıldı.
Önceleri İstanbul’un Çekmeköy Ormanında başlayan küçük ölçekli yarışlarla, daha
sonra da İznik Ultra’nın başını çektiği büyük organizasyonlar ile hem
farkındalık yaratıldı hem de dünyadan önemli koşucular Türkiye’ye gelmeye
başladı. Son birkaç yılda ise Salomon Cappadocia Ultra Trail çok önemli
organizasyonlara imza atarak dünyanın en tanınmış patika ultramaratonlarının da
aralarında bulunduğu Ultra Trail World Tour takvimine girmeyi başardı.
Kısacası yeni yarış düzenlemek isteyenler için önlerinde örnek
alabilecekleri güzel yarışlar var. Şunu da belirtmek gerekir ki, yarışın büyük
veya küçük olması önemli değil. Önemli olan belli standartlardan ödün
verilmemesi ve yarış sayısı artarken kalitenin düşmemesi. Bence ülkemizdeki en
büyük eksiklik ülkedeki yol koşularının yeterli hızda büyümemesi. Önce 5 ve 10
km yarışlarının sayısının artması ve İstanbul dışındaki çeşitli illere
yayılması gerek. Ondan sonra bunu yarı maraton ve maraton mesafelerine
taşıyarak, dünyadaki örnekleri gibi onbinlerce kişinin katılacağı yol koşuları yaratmamız
gerekir. Böylece bu koşucu havuzu içinden ultramaratona daha sağlıklı bir geçiş
olacaktır.
9- Size dönersek,
önümüzdeki sene sizi tekrar Spartathlon’da görecek miyiz? Hedefleriniz nedir?
En büyük hedefim sağlıklı şekilde koşmaktan zevk almaya
devam etmek. Yarışlara gelince, ülke içinden başlarsak, dediğim gibi 2017’de
Türkiye’de birçok yarış düzenlenecek. Salomon Cappadocia Ultra Trail ve İznik
Ultra mutlaka katılacağım yarışlar. Ayrıca Aladağlar Sky Trail, Mammut Tahtalı
Ultra Sky ve Erciyes Sky Trail koşmayı planladığım yarışlardan bazıları. Eylül
ayında Spartathlon’u dördüncü kez üst üste bitirmek ise en büyük hedefim
olacak. Hazırlığımı ve özellikle yurtdışında katılacağım diğer yarışları buna
göre planlamak zorundayım.
10-Koşuya başlamak
isteyen, pc başından, tv önünden kalkıp bir şeyler yapmak isteyen gençlere,
orta yaşlılara, yaşlılara ne önerirsiniz?
Öncelikle hepimiz spor yapma kültürü yeterince gelişmemiş
bir ülkede yetiştiğimiz için ön yargılarını bir kenara koymalarını öneririm. Koşmayan
kişilerden her duyduklarına inanmasınlar. Gelişmiş ülkelerde koşunun ne kadar
yaygın olduğunu ve ne kadar büyük hızla büyüdüğünü araştırsınlar. “Ben sevmem
veya ben yapamam” diye düşünenler için ben de dahil olmak üzere bugün koşan
birçok kişinin başlamadan önce aynı düşüncelere sahip olduğunu söyleyebilirim.
Yaşlı veya genç olmak inanın önemli bir kriter değil çünkü özellikle uzun
mesafe koşmak için çok farklı özellikler gerekiyor. 60 yaşının üzerinde çok
başarılı koşucu tanıdıklarım var.
Kısacası koşuya engel bir sağlık sorunu olmayan ve 30 dakika
durmadan yürüyebilen herkes bilinçli ve kademeli şekilde koşmaya başlayabilir. Motivasyonu
yüksek olan herkesi sadece 8 hafta içinde durmadan 4-5 km koşabilecek seviyeye
getirecek programlar var ve bunların dünyadaki başarı yüzdesi %90’ın üzerinde.
Kafasında şüphesi olanlara söyleyebileceğim son şey şu: Deneyip devam
etmezseniz kaybedecek fazla bir şeyiniz yok ama kazanabileceğiniz çok şey var. Son
3-4 yılda Türkiye’de hem yarış hem de koşan sayısı katlanarak arttı. Önümüzdeki
5 yılda etrafınızdaki birçok kişinin koşmaya başladığını göreceksiniz. Bence
siz de denemek için fazla geç kalmayın!
Tüm yarış
raporları, yazıları ve yarış sonuçları için: http://www.aykutcelikbas.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder